31 Mayıs 2013 Cuma

"Mağrur olma padişahım, Senden büyük Allah var!"

Alışveriş merkezi yapmak için Türkiye'nin en önemli meydanını halka kapattınız. Asırlık çınarları doğramaya çalıştınız. Buna itiraz edenleri biber gazıyla hizaya sokmaya çalıştınız. Zalimce, zorbaca halkın polisini, halka karşı kullandınız. 

Kaç çocuk yapacağımıza, hangi dizileri izleyeceğimize, hangi saatlerde ne içeceğimize, bizim adımıza karar verdiniz. Herşeyi yağmaladınız.Herşeyi sattınız. Devlet olanaklarını yandaşlarınıza yedirdiniz. Gemiciklerinizle kendinizi zengin ettiniz. Ormanları yok ettiniz. Doğayı katlettiniz. Toki'yi ihya ettiniz. Kıyılar, akarsular, dere yataklarını mahvettiniz.

10 yıldır iktidardasınız diye kendinizi padişah zannettiniz. Alkolu yasakladınız. Ayran iç buyruğuyla halkı uyutup doğru ya, zamanında size yapılanlar nedeniyle ülkeyi tarumar etmeye ant içmiştiniz. Gezi Parkı'nda doğa için, ağaçlar için, yaşam alanları için demokratik hakkını kullanarak orada birlik olanları linçten beter ettiniz.

Tabi, mesajınız belli..
Sen evinde otur, bizde istediğimiz gibi ülkeyi talan edelim, sömürelim, yıklaım, betonlaştıralım, satalım. İçeceksen ayran iç sürekli uyu bizde memleketi soyup soğana çevirelim.

Yeter!

Tüm alemlerin peygamberi Hz. Muhammed'in hadisinin ""Kıyametin koptuğunu görsen de elindeki fidanı dik." anlamını bile idrak edememiş sözde muhafazakar bir hükümetsiniz. Atatürk'e dil uzattınız, milli bayramlarımıza karıştınız. Maskeniz Deniz Feneri'nde, Reyhanlı'da, "ananı al git ile" ve bir çok kez defalarca düştü.

Koskoca padişahlara da zamanında denmişti. "Mağrur olma padişahım, Senden büyük Allah var!

Velhasıl bunca yasağa zorbalığa son olarak şimdi de gezi parkını eklediniz. Ama bu defa sizde şaşkınsınız. Böyle bir toplumsal birliktelikle yandaşlarınıza rağmen karşılaşmamıştınız. Unutmayın! Gezi Parkı halkındır, halkın yaşam alanıdır. Ve halk uyanmıştır, bunu böyle biliniz.

Ve artık kirli ellerinizi güzel ülkemizden çekip, çekip bir daha gelmemek üzre gidiniz!

#DirenGeziParkı

22 Nisan 2013 Pazartesi

This is Spartaaaaaaaaaa!


Hayatım boyunca yüzleri aşkın film yüzlerce de dizi izledim. Kimi çok güzeldi, kimi kötüydü. Kimi keyifliydi, kimi tatsız. Kimi sarmadı, kimi tutkuyla sonuna dek izlettirdi.

Ama bir kaç tane vardır belki anımsayamıyorum, Spartacus gibi etki bıraktı. Ağlamaktan içimi çıkaran, duygularımı alt üst eden bir finale; sahne oldu dün gece. Yerimden kalkıp 'This is Spartaaaaaaa' diye bağırttıran bir sondu. Finale gelene kadar dört sezonluk destansı hikayeye sahip dizi, köleliğe ve Romalıların eğlence uğruna gladyatörlerin birbirini öldürmesine karşı gelerek, özgürlüğü için ölmek pahasına savaşarak kitleleri kendisine inandıran ve insanlık tarihine geçen bir adamın hikayesini mükemmel işledi.

Netten özellikle izlememiştim. Hem ekran hem ses sistemim nedeniyle.
Tadına, hazzına, acısına, duygusuna şahit olabilmek için.

Ve 4 senelik maraton dün gece sona erdi.

Evet belki dizinin en büyük şanssızlığı Andy'nin ölmesiydi. Zira, Andy'nin ölümü ve yapımcıların plan değiştirmesi nedeniyle aslında 10 ar bölümlük toplamda 20 bölüm düşünülen final sezonunun sıkıştırılmış haliydi dün geceki son bölüm. Ama olsun Liam McIntyre'de çok iyi iş çıkardı. Ki ilk bölümden başlasaydı çok farklı bir göz algısına sahip olacaktı. Andy'den sonra elinden gelenin en iyisini yaptı....

Her şeye rağmen bir efsane olarak dimağlarda kalmış bir dizi oldu..

İlk sezonu köle olarak tutuldukları Gladyatör Okulu'nda başlayan hikaye, yeni kahramanın doğum sancılarıydı adeta. Spartacus!Köle eğitmeni: Oenomaus ve birinci sezon Spartacus'un arenadaki en büyük rakibi Crixus'da iz bıraktı.Agron ve diğerleri. Bathietus hanesi de.

Andy Whitfield ile görkemli bir başyapıtın ayak sesleriydi ilk sezon. Derken Andy Whitfield kansere yakalandı. Ve ikinci sezon Arena'nın geçmişinde dönüldü. Spartacus öncesine. Tutsak oldukları Gladyatör Okulu'ndan bütün ölüm kalım kapışmalarını kazanan Gannicus'un özgürlüğünü kazanma destanına...

Üçüncü sezon Gladyatör Okulu'ndaki köle gladyatörlerin Romalı sahiplerini ve üst düzey Romalıları daha doğrusu herkesi öldürdükleri isyanın ateşi yandı.

Ve son sezon. Dün gece destansı finaliyle veda etti. Onur, özgürlük, inanç ve direnişin tutku dolu mücadelesini izlerken dağıldım.

Çok hüzünle bitirdim. Andy'nin o güzel yüzü ve sesi son kez bizlerle birlikte oldu dün gece..

Artık bu dizi Andy ile birlikte ölümsüzlüğe ulaşmıştır.

Dizideki söylenen sözlerde kült olmuştur bana göre. Bu aforizmalar halinde cilt cilt kitaplar haline getirilebilir. Söylenmiş olmak için söylenmeyen insanı sarsan bir dolu cümle vardı ama finalde insanın içine işleyen cümleyle noktalayayım sonu hüzünlü Spartacus'un bu yolculuğunu..

“Bu dünyayı özgür bir insan olarak terk etmekten daha büyük bir zafer olamaz.” 

21 Nisan 2013 Pazar

"Yüzü Yamalı, Kırık Birer Aynaydık Biz"

Zaman akıp gidiyor, yaşlanıyoruz. Artık depresif yağmurlar mevsimindeyiz. Bize hatırlattığı hüzünler durmadan çalıp duruyor kapımızı. Mukaddes yalanlara inanmaktan yorgunuz; belki de bu hayatta neyi çok istediysek, hayat tarafından geri çevrildiği için, bütün kırgınlığımız...

Bu düşünceye gelene dek, çok uzun yolculuklar yaptı yüreğimiz. Kalbimiz by pass edildi durdu sevmelerden, terk edilişlere. Aynı filmi bıkmadan izlemek gibiydi; Kendi rolümüzü ezbere oynayışlarımız...

Rolümüzü oynarken gerçekçiydik oysa, samimiydik. Ama bizimle aynı filmi paylaşanların başka hesapları oldu, ki geç anladık. Sevilmediğimizi. Ruhumuzun acımasını, mengene içine sıkıştırılmasını dinlemek kaldı avuç içlerimizde.

Duymadık.
Hiçbirimiz.
Bir birimizi.
Kent, sağırlar ordusuydu.
Kimse, kimsenin acısını duymuyordu.

Yalnızdık... Şehir uyurken belki de bu yüzden evlatlarımızı reddettik mirasımızdan, onlar henüz doğmamış mektuplarımızdı. Göğe bıraktığımız. Bu yalnızlar kentinde çok şarkılar birikti içimize. Sonra şarkılar acıttı. "Acıyı anımsadık"İçimiz dışımıza küstü. Sustu. Sustuk.

Susarken bölündü parçalara bütün hayaller.

Elde bir avuç hayal kırıklığı "Daha".
Yarınlardı. Iskalanan düşler!

Belki de, biz yarınları çok önceden yitirdik.

Sevişler. Sevişmeler. Hayata gülümseyişler. Yalanlar, şarkılar, acılar. Dengede durmamızı istemedi hayat. Oysa aynı hayat ancak, bir bacağımızı mayına basıp kaybettiğimiz zaman izin veriyordu maratonu koşmamıza. Koşmalıydık. Sancıyana dek. Yara bere içinde kalana dek..

Umutsuzluklar, sancılar, acılar...
Tanıdık duygular, kucakladı durdu bizi.
Finiş çizgisinde, yine, yine, yine..

Üstelik hiç bir doktor, reçetesine çaresini yazamıyordu. Çaresizlik ne demekmiş o zamanlar defalarca öğrendik.Oysa tertemiz hayaller ile başladık durduk her yeni sevgiye. Umutlarımız kirlenmişti. Sevmeler yalandı. Kimse, kimsenin gözünün yaşına bakmadı. Katiyen ve malulen; Kaybedendik. Dahası kayıplar coğrafyasında yüzü yamalı birer kırık aynaydık. Daha iyi olacak sanıyorduk. Hiç bir şey.

Daha iyi olmadı.

Kumardı oysa hayat. Rus Ruleti! Kaybedip durduk kumar masasında. Mermi, hep bize denk geldi! Hayatımız üzerine oynayıp durdukça.

Sürekli amorti. Bir teselli ikramiyesiydi bize hayat!.

Zamanı içimize kaçmıştı; Zaman kırılmıştı. Yaşadıklarımızdan kırgındık. Çiçeklere, mevsimlere, şarkılara, şiirlere...

Yazlar uzaktan güzeldi artık bize, Yakınlaştıkça acılara dönüşürdü bütün hatıralarımız. Dokunduğumuz yeri yitirdik bu şehirde.

Gidenlerin ardından durmadan el salladık. Cam kenarı kırıklar battı uzun yollarda canımıza. Dokunduğumuz yeri kaybettik.

Kaybettik, her yeni umut kırıntılarını. Kaybettik, elimizde avucumuzda her ne yoksa! Nefes aldığımız şehir, sarıyor yaralarımızı sandık. Oysa kent, hiç bir yaramızı sarmadı, aksine kopardıkça kabuklarını kopardı, kanattı.

Bir daha.

Belki bir vakit. Çok sonra. Yenilmekten eskimiş yüzümüzle çıktık. Bizi bilmeden kaderimize yazılan düşlerin karşısına.

Bizi tanıdılar. Ayak izlerimizden. Yaralarımızdan arda kalan
dikişlerimizden. İç acılarımızın toplamıyla bakan gözlerimizden...

Tanıdılar.

Çünkü, kimi sevmeye kalksak, hayata yeniden son bir kez daha inanmaya çabalasak; hep bir bacağı eksik koşucuyduk biz.

Ve yetişemedik.
En çok istediğimize, en güzel hayallere...

....

Artık çok geç. Tecrübe ettik fazlasıyla. Şimdi biliyoruz ki, hafızalardan silinmiş; kayıp bir masalın içinde geçen küçük bir öyküymüşüz yalnızca. Avuçlarımıza bırakılan yalanlarmış oysa, sadece yalanlar...

Ve; geç de olsa anladık...

Dünya meğer siyah beyaz bir mezarlıkmış. Biz..
Bizse, bir kaç vakit sonra hatırlanmayacak kadar flu hatıralar..."

okuryazar