12 Ekim 2012 Cuma

"DAĞDA ÖLEN TERÖRİSTE AĞLAYAMIYORSANIZ İNSAN DEĞİLSİNİZ"



Başlık yüzünden peşin hükümle çok kızanınız, söveniniz olacak.Hassas bir konu.Ya da hah hele şükür doğru düzgün bunu haykıracak biri var mıydı diyeniniz de.

Öncelikle; Cümle bana ait değil.Diyarbakır Emniyet Müdürü Recep Güven'e ait.Ama bende böyle düşünüyor olabilirim.

Ama durun hele bir.

Bi anlatayım.

Gece malum.Yalnız.Sessiz.Kimi evlerde.O evlerden birindeyim.

Kısık bir sesle 33'lük cızırdıyor, soluklanıyorum.

Kalemi kağıdı arkamda masanın üzerinde bırakıyorum.Dönüyorum bilgisayarımın olduğu yere.Elimde karalamalarım. Bir şeyler söylemek istiyorum.Daha önce sarf ettiğim sözleri bilenler anımsar.

"Duruş"

Tek çaresizliğim, tek sığınağım bu.Yüzlerce yorum paylaşım gelen o yazıyı okuyorum.Sonra diğer yazdıklarımı.Daha doğrusu klavye ile temize çektiklerimi.

Aklımda bilgi kirliliği, yüreğimde acının sızının tebessümü.Manşetleri forumları haber sitelerini röportajları tek tek gözden geçiriyorum.

Diyarbakır'da 1991-1996 yılları arasında görev yaptığı yazıyor Recep Güven'in.

"Güven, En zor yıllar olarak bilinir. Keşke yaşanmasaydı, hiç olmasaydı dediğimiz bir süreçte Diyarbakır'da hizmet vermeye çalışmıştım. Ben polis akademisinde tiyatro kuran insandım, ufak tefek şiirler yazardım. Diyarbakır'da ne tiyatroya gidebildim ne şiir yazabildim, ne Ahmet Arif'i okuyabildim. Ancak Ankara 'ya gidince Diyarbakır yavaş yavaş çıkmaya başladı. Bastırılmış duygularım, hüzünlerim, belki hafif bir travma. İnsanların çektiği acıları biz de yüreğimizde hissettik. Boşaltılan her köyün aslında geleceğimize tehdit olduğunu biliyorduk. Meçhule giden insanların herhangi bir sisteme tabi olamayacağını da biliyorduk."

Sonra patırtı koparan, infazcı kelle avcılarının büyük gürültüsüne nail olan cümleleri;

“Ben 2005 yılında Bahçeşehir Üniversitesi'nde bir konferansa davet edilmiştim. Konferans esnasında salondakilerin büyük ünlemlerle bakmasına sebep olan bir cümle kurdum, biraz eleştirildim. Ama, dağda ölen teröriste ağlayamıyorsanız insan değilsiniz demiştim. Ama eline silah alıp çoluk çocuk demeden insan katleden canavarlaşmış bir teröristi de enterne edemiyorsanız devlet değilsiniz. ”


Diyarbakır'a bir kez gittim.Kan o coğrafyanın bel kemiği haline gelmişti.Gözlerinden okunuyordu,insanların çığlıkları.

Az söz, çok göz yaşı biriktirdim.

Herkesin dudak kıyısında bir toz parçası haline gelen "barış" çok uzak sevgili gibi, uzakta ananı babanı bıraktığın bir vatan gibi kalmıştı.


Kaybettiklerimiz insandı çünkü. Bir ananın dokuz ay çileler çekerek dünyaya getirdiği insan.

Patır patır insanlar ölüyor şurada dedi bir ihtiyar.Her birinin hayalleri, sevgilisi, aşkı var. İnsanlar ölüyor bey dedi.

Analar, sevgililer,nişanlılar,eşler beraberinde..

O an.

Bey olmaktan, o hitaba maruz kalmaktan utandığım toz fırtınası henüz kopmuştu o coğrafyanın çıplak bir akşamında.

Gece, izbe bir otelin solgun çarşaflı yatağında başımı yastığa koyduğumda uyuyamadım. Çantamda içkim vardı. Aklıma geldi.Mini dolaptan buz çıkardım.Viski dolu bardağın içine düştüğünde erimelerine şahit oldum.

Sanki ilk kez gördüğüm bir şey gibi.

O coğrafyanın havası, sıcağı, gerginliği, tarihi, yorgunluğu mu bilmiyorum.

Bir şey vardı işte.

O gece Dicle'yi beslesindi gözyaşlarım, ben ağlamazsam kurur sandıydım.

Neden mi?

Klasik.
Kürt Türk kardeştir, ayıran kalleştir.

Ne için kan dökülüyordu, ne için evlatlar ölüyor analar mahşere dek bu acıyla baş başa kalıyordu.

Aklım hafsalama ağır geliyordu.

Ahmet Kaya vardı telefonumda.Açtım hoparlörden."Diyarbekre kanla bastım mührümüyü" özellikle pencereden bakarken duymak istedim.

Kardeşi kardeşe kırdıran bu ülkenin soysuzları, vatanı gözünü kırpmadan satanları, hain emellerine bu çocukları alet edenleri değil miydi?

Sorular, soruları kovaladı.

Yaram kanıyordu Diyarbakır.Yaram ben sevdiğimin yarasıyla gelip, kardeş acısıyla dönene dek boğuldu orada.

Evet binlerce asker gözünü yumdu.Binlerce şehit.

Bir baba bir anne okuyorsa sadece şu soruyu sormayı isterdim;

Evladınız, uyuşturucuya alışmışsa alıştırılmışsa gözlerinizin önünde erimesine şahit olur muydunuz ya da haberi gelse ; bilseniz yine de gözünüzü kırpmadan ölmesini ister miydiniz?

Yazı uzayacak başka bir yazıya taşınacak belki.

Ama esaslı soru şu.

Kandırılan, senin çocuğun, sizin çocuğunuz da olabilirdi?

Tamam ben askerliğimi orada yaptım güneydoğuda. Evet benim annem her gün göz yaşı dökerdi şehit haberi televizyonlarda duyurulduğunda, Hatta benden sonra ağabeyim Hakkari'de iken her gün nefesimiz sıkıştırır işimizi gücümüze yarım yamalak bakardık.

Evet acımız derinlerde.

Ya madalyonun diğer yüzü?

"Etkisiz hale getirildi"

Cümlesi içine sığmaya çalışan o çocuklar, onlar bu toprağın çocuğu değil mi? Onların ki ana değil mi?

Tek taraflı acı sevinç mutluluk o kadar aşina ki;
Diğer tarafı hep unutmadık mı?

Bu gam keder yüklü olay için değil sadece...
Bu hadise çok çok ağır.

Ama hep kendi tarafımızdan mı bakacağız?
Diyarbakır Emniyet Müdürü bir başlangıç olmasın mı?

Bu hükümeti en çok eleştiren benim buralarda....(kendimi de ne sanıyorsam)

"seviyorum aşkım canımsın özledim" . "gittin bittim" demekten çok daha öte bu blogun amacı.Tek isteğim şu sayfaları biraz geri sarın. Anlamak için.

Kanı durdurun diyen, yine şehit haberleri 550 ölü diyen de..

Ben.

Şehit haberleri ile ilgili hükümeti ve sorumluları topa tutan ben...

............

Diyarbakır'a uçaktan son bir kez baktım.
Acı ile.

Kimse seni anlayamayacak ey Diyarbekir dedim.Yine bombalar yağacak saçlarına, mermiler delik deşik edecek binlerce ümidi, özlemi...

Kim bilir o tepelerde kaç mehmetçik daha kaç kandırılmış genç daha can verecekti.

Sustum.
Anons böldü zihnimi orta yerinden, lütfen kemerlerinizi bağlayınız diyordu.

Türbülansa giriyoruz.
Bağlamadım.

Hayat zaten bu toprağın insanı için hep türbülanstaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder