11 Kasım 2012 Pazar

"Takım Elbise"


Yıllar evveli. Henüz küçüğüm.
5 bilemediniz 6 yaşındayım.

Babam işçi olarak çalışmaya gittiği Almanya'dan Türkiye'ye tatile gelirken güzel bir takım elbise hediye getirmişti bana. Bir dolu oyuncak. Bolca çikolata. Anneme rengarenk elbiseler. Kız kardeşime barbie bebekler, henüz Türkiye'de yok.

Tatil için Antalya'ya yazlığımıza gittik. Babamın bütün senenin stresini atmak için geldiği yaz tatilinde öyle uslu ve söz dinleyen çocukluk geçirirdim ki, intikamımı kalan 9 aydan alırdım. Bizi yanına almamıştı çünkü. Hep bir eksiklikle büyüdüm bu yüzden.

Onun yanında sorun çıkarmamaya çalışırdım.

Annem bir akraba vasıtası ile köyden görücü usulü tanıştırılarak babamla evlenmiş. Gençliğini pencerede, balkonda ve postacının getirdiği mektuplarda babamı bekleyerek geçirmişti.

Bir kaç kez düşük yapmış benden evvel. Yani ben beklenmişim ciddi ciddi. Sağlık sektörü hastanelerde o yıllar gelişmemiş. Tam ümit kesilirken dünyaya ben gelmişim. Son ümitleriymişim.

Adımı Ümit koymuşlar..

Küçüklüğüm boyunca Alamancının oğlu diye çağrıldım mahallede. Oyunlarda. Akşam babası işten gelen çocuklar oyunu bırakıp babalarına koşarlardı sokaklarda.

O yaz babamla bir ay boyunca geçirdiğim tatili, özlem dolu bir senenin ardından gelen baba oğul günlerimizi unutmayacağım. Bana yüzmeyi öğretmişti. Balık tuttuk. Ava gittik. Araba sürmeyi bile gösterdi. Öğrenemedim.

Yazın sıcak ve güneşli günleriydi. Akşamları, balkonda babam erkenden kurdururdu sofrayı. Biz yemek yer kalkardık. O tek başına karpuz beyaz peynir ve mezeleri. Rakı içerdi. Sağlam adamdı. Akşam beş gibi başlardı. Geceye dek.

Sonra çıkardı dışarı. Sabaha karşı dönerdi.

Tatil günlerim kumdan şatolar yapmak için yaşıtlarım olan kızlarla sahil kenarında geçerdi. Oyun oynamak tek eğlencemizdi o yaşlar. Babamın Almanya'dan getirdiği dozer ve kamyon beni oyunun içinde acayip fiyakalı hale getiriyordu.

Kendimi inşaat mühendisi gibi hissediyordum.

Süt içme saatimiz gece on sularıydı. Yaz kıyağı on bir taş çatlasa.

Bir gece, annem yine her gece olduğu gibi bize birer bardak süt getirdi. Ben bal istemiştim şekeri sevmiyordum.

Annem içeri gittiğinde telefon çaldı.

Hayırdır inşallah dedi annem, küçüktüm ama bir tuhaflık olduğunu sezinledim bütün cahilliğime rağmen.

Telefondaki polis Antalya Cumhuriyet Karakolu'na çağırıyordu .

Annem apar topar çıktı üstüne bir şeyler alıp. benim de uykum kaçmıştı. Sıkıldım, korktum evde. Yazın büyüsü nedeniyle hiç giyemediğim takım elbiseyi merak ettim. Giymeye odaya geçtim, sütümü içmedim. Nasılsa annem yoktu.

Ve annem umarım kızmazdı.

Takım elbise güzel bir giysiymiş. Yakışıklı olmuştum.
Kral gibi hissettim o an kendimi. Saçlarımı da taradım. Filmlerdeki jön adamlar gibi. İçimden büyünce ben takım elbiseli adam olacağım cümlesi geçti. Aynaya bakarak.

"Ben takım elbiseli büyük adam olacağım, hem de damat olacağım dedim."

Aradan zaman geçti. Kapı açıldı.

Annem...
Yanında polis ve üst kat komşularımız.

Babam yoktu.
Gelmemişti.

İçeri geçtim üstümde takım elbise vardı. Şaşkınlıkla ve koruyla bakıyordum herkese.

Annem ağlıyordu.

Algılarım yavaş yavaş kayıp parçaları yerine koymaya başladıkça anladım.

Babam içip içip akşamları dışarı çıkardı. Birikimlerini kumar masasında kaybediyormuş. Derken daha fazla.

Çok fazla. Derken her şeyimizi. Her şeyimizi kaybetmiş.

Ve ödeyemeyeceği için üç mermi sıkmışlar vücuduna..
Kumar borcu , namus borcu diye.

Çok acı verici. Çok kırılgan bir his. İsyan edesi geliyor insanın.
Oracıkta vurulduğu yerde can vermiş. Yıllar yıllar öncesinin acı hatırasıydı.

Annem çok kahır çekti. Hala eksik bir parçası. Bütün neşesi gitti, heyecanı hayata dair beklentisi. Kız kardeşim evlendi.
Danimarka'ya yerleşti.

O mutlu yazlarımdan kimse kalmamıştı.

Yıllar sonra Antalya'ya gittiğimde anımsadım ömür boyu aklımdan çıkmayan o yazı. Tatil için değil, bir seminer. Yurt dışından gelen önemli misafirlerle yapılan uzun konferanslar.

Gözlerimden bir kaç damla yaş geldi. Ara verildiğinde toplantıya.

Hayatın savurduğu ailem aklıma geldi.
O geceki halim. Bir daha hiç bir zaman o geceye gelene kadar ki hayatımız gibi mutlu olamadık.

Ben buruk bir şekilde aynaya baktım tam da bunları düşünürken. Kravatım sıkmıştı. Düzelteyim derken, son bir kare geldi gözümün önüne. Babamın hediye getirdiği takım elbiseyi giydiğim gecem.

Aynadan yansımama baktım kendime geldiğimde..
Üzerimde, iş için giymek zorunda olduğum takım elbise vardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder